- Kanal İstanbul ile ilgili olarak benden görüş soranlara öncelikle ben bir soru yöneltiyorum. Diyelim ki İstanbul Boğazı’nda, Arnavutköy’de bir yere oturdunuz ve Boğaz’ın o eşsiz manzarasını seyrediyorsunuz. Derler ya “Denize bakarken bir şey düşünmezsiniz” diye. İşte o anlardan biridir gözleriniz önünde oluşan ve alır sizi götürür başka diyarlara. Tanrı bize daha yaşarken cenneti sunmuş, işte o cennet vatandan bir parçadır gördüğünüz. Gözlerinizin önünde akan devasa bir nehir. İyi de neden akar acaba bu su? Göz yanılması da değil kendini meşhur akıntıları ile veya Karadeniz’e doğru yol alan gemileri sanki yokuş tırmanırcasına zorlanması ile belli eden. Karadeniz’den gelen gemilerin de kuğu gibi süzülmesi, alelacele sanki yokuş aşağı inercesine Boğaz’dan geçmesine neden olan ve de dünyada eşi benzeri olmayan bir su yolu. Bu hoca da işi abarttı “Ne o, denizde yokuş çıkmak inmek, yerçekimi mi var? Her yer düzdür biraz abarttı galiba” diye düşünebilirsiniz ama yanılırsınız. İnanması zor ama normal koşullarda Marmara’dan gelip Karadeniz’e giden bir gemi 30 km uzunluğundaki Boğaz boyunca en az 30 cm yokuş çıkmak zorunda kalır. Nedeni de basit: Karadeniz’in Marmara’ya göre ortalama en az 30 cm yüksektir. Eğer poyraz varsa ve de aylardan haziran ya da temmuz ise bu yükseklik çok daha fazla olur, 70-80 hatta 1 metreye kadar çıkabilir. Hatta yol boyunca tuzluk ta azalır suyun kaldırma kuvveti azalır ve gemi suya daha da batar, motorlar daha da zorlanır. İyi de neden acaba? İşte Türk Boğazlar sistemini dünyadaki diğer kanallardan ayıran ve de yerkürede sadece ama sadece bize has olan bu özelliğinin nedeni Karadeniz’e giren tatlı suların fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Tatlı suyun ana kaynağı da Tuna, Dinyeper, Dinyester ve Don nehirleridir. Bizim nehirler olsa da olur olmasa da ama Tuna Nehri debisini değiştirir ise yandık bittik, tüm sistem alt üst olur. İşte bu nedenle Tuna ve onun yatağında olan biten bizim için çok önemlidir.
Leave a Reply