Bu yaz. Daha birkaç ay öncesi. Güney taraflarında bir köydeyim. Ne işim var burada bilmiyorum. Bu bilmeme haliyle uyuyup uyanmaya devam ettiğim birkaç gün birbirini kovalıyor. “Olur öyle bazen” deyip kendimi, günleri, köyü izlemeye devam ediyorum. Şehre dönmeme az kaldı.
Sabahları lanet bir sıcağa yapışmış olan verandada iç dünyalarımızda olan biteni kahvaltı sofrasından saklarcasına ve şairi doğrulatmak istercesine yaşama sevinçli kahvaltılar hazırlıyoruz sözde. Havadan sudan bahsediyoruz. Mutsuzluğumuzu bir diğerinden sakınan halimiz, belli belirsiz suskunluklarımız kötü bir sanat filmi tadında.
O kahvaltıların birinde odun ateşinde çay yaptık. Normalde çayı şekerli içen biriyim. O evde de çayı şekerli içen tek kişiyim hatta. Her seferinde masaya şeker getirmeyi unutuyoruz nedense. O sabah da unutmuşuz. Ama benim bu sabah mutfağa gidip şekeri almaya bile halim yok.
Şekersiz içeceğim bu sefer.
Çayı şekersiz içenlerin diline pelesenk olan bir cümle vardır; “bir alışsan, çayın tadını daha iyi alacaksın!”
Leave a Reply