Son yıllarda şehir söz konusu olduğunda, azıcık mürekkep yalamış herkes bir şekilde sözü meydanlara getirir oldu. Belediye başkanlarının en önde gelen projeleri arasında mutlaka bir meydan yer alıyor. Sokaktaki vatandaşın “bir şehirde olması gerekenler” listesinde meydanlar üst sıralara tırmanıyor. Devlet erkânının şehirdeki açılış konuşmalarının bir köşesine mutlaka meydanların önemine dair sözler iliştiriliyor. Ancak, ortada çok ciddi bir sorunumuz var. Lafa değil yapılanlara bakıldığında, geçmişten bugüne kadar gelebilmiş meydana benzer yerlerin bir şekilde doldurulduğunu ya da yapılan müdahalelerde meydan vasfını yitirdiğini görüyoruz. “Meydan yapmak” amacıyla yola çıkanlar, ya mevcut meydanları kentlilerin hafızalarını yıkacak şekilde tanımsız boşluklara ve şehirdeki yaşamdan kopuk alanlara çevirmekteler, ya da şehrin dışında ve yeni yerleşim alanlarında belki hiçbir zaman bir meydan vasfı kazanamayacak yarı peyzaj düzenleme, yarı zemin kaplama karışımı parka benzer şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bugüne geldiğimizde, Ankara’da, adı havalı bir şekilde İngilizceleştirilerek “meydan” olarak konmuş rezidans projelerimiz bile mevcut. Diğer yandan, Ulus’ta yapılması düşünülen “Ulus Tarihi Kent Merkezi” projesinin içerisinde anlamlandıramadığımız ama adına “meydan” denileceği duyumları alınan bir boşluk söz konusu.
Peki, ne oldu da hem meydanların önemini keşfettik, hem de var olanları nasıl yaşatacağımız, onlara nasıl doğru şekilde müdahale edebileceğimiz ya da yeni meydanları nasıl oluşturacağımız konusunda bu kadar çelişkili hareket edebiliyoruz? Bu durum sadece son yıllarda ortaya çıkmış şizofrenik bir ruh halinin ürünü olarak değerlendirilebilir mi? Cumhuriyet Dönemi kent planlama ve şehircilik tarihimize ve meydanlarla ilgili çalışmaların kamuoyundan nasıl algılandığına biraz yakından baktığımızda bu durumun tarihsel köklerinin olduğunu söylemek mümkün. Örneğin, kırdan kente göçün giderek hızlandığı 1960’lı yıllarda İstanbul Beyazıt ve Taksim Meydanları’nda yapılan bazı düzenlemelerin o günlerde de gazetelere konu olduğunu biliyoruz. Kimi zaman meydanlara yapılacak projelerin gecikmesi eleştiri konusu olmuş, kimi zaman da yapılacak düzenlemeler haberleştirilmiştir.
11 Mart 1966 Hürriyet Gazetesi (www.gecmisgazete.com)
14 Temmuz 1964 Dünya Gazetesi (www.gecmisgazete.com)
Aslında, meydanlar söz konusu olduğunda Başkent Ankara’nın çok önemli bir laboratuvar işlevi üstlendiğini biliyoruz. Ankara başkent ilan edildikten sonra daha çok gereksinim duyulan temel kentsel altyapı çalışmalarını yürütebilmek için dönemin ilgili bakanlığı tarafından yaptırılan Lörcher Planı’ndan başlayarak, yeni başkent için bir dizi meydan oluşturulması öngörüsünde bulunulmuştur. Bu meydanlar dönemin şehircilik ve planlama anlayışının bir uzantısı olarak kentin gündelik yaşamında önemli alanlar olarak görülmektedir. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde, Başkent Ankara’nın nüfusu en fazla 40-50 binler düzeyindeyken, Ankara’da yaşayan devlet erkânının ve Ankaralıların bu meydanlara ilişkin ne düşündüklerini tam olarak kestiremiyoruz. Ancak 1950’li yıllara kadar geçen süreçte öngörülen meydanların farklı planlama çalışmalarında değiştirildiği, uygulamalarda müdahaleye uğradıkları bilinmektedir. Örneğin Falih Rıfkı Atay bu durumu 1945 yılında Ulus Gazetesi’ndeki bir yazısında şöyle eleştirmektedir:
“Şehirciler ve mimarlar, uzmanlıkları şehircilik ve mimarlık olmayanların emirlerine veya dileklerine alet olmaktan kurtarılmalıdır. Uzman olmadıkları için elektrik tesislerini çözüp bağlamağa cesaret edemeyenler, bir yapı plânı, bir park plânı, bir meydan plânı ve bir mahalle plânı üzerinde çocuklar gibi oynamışlar veya oynamaktadırlar. Bütün memleketi temelden çatıya kuracak olan bizlerde bu illet, tehlikeli bulaşık hastalıklara karşı olduğu kadar savaşılarak giderilmek lazımdır.”
Gerçekten de kent planlamasının farklı aşamalarından başlayarak Cumhuriyet tarihi boyunca Başkent Ankara için yapılması öngörülen bu meydanların ya tasarım sürecindeki karar değişiklikleri ya da uygulamadaki müdahalelerle meydan vasfını kaybettiği ya da ortadan kalktığı görülmektedir. 1924-25 yıllarında Lörcher Planı’nda öngörülen bazı meydanlar daha sonra 1928 yılında yürürlüğe giren Jansen Planı’nda şekil değiştirmiş ya da korunmayarak ortadan kaldırılmıştır. Daha sonraları da günümüze gelene kadar, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasındaki meydanlardan çok azının büyük ölçüde meydan vasfıyla ve tasarımıyla kaldığını söyleyebiliriz. Meydanlara ilişkin bu dönüşüm sürecinde önceleri tasarımcılar arasındaki bakış farklılıkları, daha sonraları da kent yöneticilerinin siyasi kaygıları etkili olmuş gibi görünmektedir. Bu yazı kapsamında varlığını sürdüren ya da bir şekilde karakteri değişen meydanların bazılarına kısa kısa değinmeye çalışacağım.
Ancak bu çabaya girişmeden önce özetle bir meydanı meydan yapan nitelik ve boyutlara da değinmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Böylece bugünlerde yapılmaya çalışılan meydanlarda neyin eksik olduğunu düşünerek Ankara’nın kaybolan meydanlarını ele almaya başlayabiliriz:
“Zamansal” olarak bir meydan; geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ilişki ve sürekliliği fiziksel yapı, işlevsellik, mevsimsel ve gündelik döngüler temelinde ifade edebilmelidir. Altın çağ arayışına ya da bir dönemi öne çıkarmaya uğraşmamalıdır. Herhangi bir yönetim meydanların ismini değiştirme ya da kendinden öncekilerin izlerini silme çabasına girişirse bu sadece o meydanı eksiltir.
“Doğal” olarak bir meydanın peyzajı kendi başına bir değerdir ve akustik, atmosferik, gölgeleme ve yansıtma, görünüm, mikro klima, denetim/mahremiyet ve diğer birçok açılardan tarihsel süreklilikleri olmalıdır. Bu unsurları çoğunlukla meydanı tanımlayan yapılar belirler.
“Grafik” açıdan bir meydan imaj, şekil, renk ve işaretleriyle kendisine özgü bir ortam dili oluşturmalıdır. Dünyanın ünlü pek çok meydanında kimi zaman bir tabela, bir ağaç o meydanın tanımlayıcı unsuru haline geliverir.
“Mimari” açıdan meydanın fiziksel özelliklerini meydana getiren tüm unsurlar (binalar, yer kaplamaları, anıtlar vb.) meydanın tarihsel işlevini meydana getiren ana kavramsal çatıyla tutarlı olmalıdır. Bir meydanı meydan yapan etrafındaki yapılardır desek yanlış olmaz.
“Mekânsal” boyutta, meydanı oluşturan kent parçaları, sınırlar, izler, nirengiler ve düğüm noktaları meydanın tarihsel anlamlar dağarcığını zedelemeyecek bir açıklık ve yalınlıkla ifade edilmeli, korunmalıdır. Bir meydan çoğu zaman kentte hem bir başlangıç hem de nihayettir. Şehirde aylaklığa çıkanların uğrak noktasıdır.
“Psikolojik” olarak, meydan estetik, eğlence, eğitim, kaçış ve daha birçok deneyimin yaşandığı bir sahne niteliğindedir ve bu sahnede farklı deneyimlerin nasıl bir dengede var olacakları, bu dengenin kentsel algıyı nasıl dönüştüreceği dikkatle ele alınmalıdır. Her birimiz için meydanlar aklımızdan çok duygularımızla okunan yerlerdir.
“Fizyolojik” bakımdan, meydan görme, tatma, dokunma, duyma ve koklama duyularını belirgin anlam atıflarıyla uyaran bir kurguyu sunmalıdır. Meydan denince aklımıza etrafta tattığımız lezzetler, kokular ve seslerin gelmesi boşuna değildir.
“Evrensel” düşünülünce bir meydan “herkesindir”. Her yaş grubuna, engellilere, toplumun dezavantajlı kesimlerine, tüm etnik ve dini gruplara açık bir niteliğe sahip olmalıdır. Hatta dünyanın öte ucundan gelen birisi bile bir yerin meydan olduğunu anlayabilmelidir.
“Sosyal” süreçte bir meydan kentsel bir atmosfere sahiptir. Festival, konser, protesto gibi planlı faaliyetlere, plansız karşılaşmalara, oturma, seyretme, yeme ve aylaklık etme gibi eylemlere mekân olma niteliğini taşımalıdır. Bunların olmadığı bir yer fiziksel olarak meydan gibi görünse de tam olarak meydan vasfı taşımaz.
“Kültürel” boyutta bir meydanın “somut olmayan” bir kültürel sürekliliği olduğu söylenebilir. Her meydanın kendine özgü davranış biçimleri, şarkıları, edebiyatı ve deneyimleme yolları bulunur. Meydana müdahale bu yapıya da müdahaledir.
“Yeniden Canlandırma” bir meydanın tarihsel ihtiyacı olabilir. Meydanın farklı boyutlarını bir cerrah hassasiyeti ile ele alarak meydanı daha zengin bir deneyim mekânı, bir kamusal mekân haline getirmek uğraşı önemli bir kentsel faaliyettir. Ancak, bu tür bir müdahale bir cerrah hassasiyeti gerektirir.
“Dayanıklı ve Sürdürülebilir” bir meydan anlayışı tasarımın kalbinde yer almalıdır. Meydan karşılık veren ve sorumlu bir yaklaşımla değişen koşullara cevap verebilen, müdahaleler karşısında kendini yenileyebilen ve farklı kuşaklara eşit tepki verebilen bir yer olmalıdır. Meydanlar güvenlik tehditleri gibi durumlar karşısında kendisini koruma ve sürdürme mekanizmalarına sahip olmalıdır.
Meydan bir “hisler” demetidir. Dünyaca ünlü kamusal mekânlar olarak meydanlar özgün ve çekici bir yer hissi yaratır. Bu his yer, zaman, keşif ve merak duygularını bükerek kentin olağan akışında bir farklılık yaratır. Yazıya ya da söze gelmeyen bu his, gizil bir güç gibi meydana ruhunu verir.
“Katılımcılık”, hem tasarımda hem sahiplenmede anahtar unsurdur. Tasarım ihtiyaçlarının belirlenmesinde kullanıcının ortak aklının belirlenmesi, tasarım alternatiflerinin oluşturulup katılımcı bir süreçle olgunlaştırılmasında disiplinler arası yaklaşımın benimsenmesi bir meydanı kamusal alana dönüştürme potansiyeline sahip kendi başına yaşamsal bir kentsel faaliyettir. Bu sebeple kenti yönetenler meydanlara müdahalelerini kentliye sorarak gerçekleştirmelidir.
Kamusal alan olarak meydanların “öykü”leri vardır. Bu öyküler meydanları üzerine inşa edildikleri kavramlarla birlikte anlamlı ve hatırlanır kılarlar.Meydanların düzenlenişi bu öyküleri tekrar ve yeniden anlatma yetisine sahiptir. Öyküsü olmayan bir meydan ise yaşamamaktadır.
Bu kavramlar ışığında baktığımızda tarihsel süreçte bir meydanı yok etmek kadar, yapmak da zordur denilebilir. Ama önce Ankara meydanlarının ne tür süreçlerle ve müdahalelerde değiştiğini örnekleriyle görmek gerekir.
II. Bölüm: Ulus, Hergele(n), Hükümet Meydanları
Bu yazıda Ankara için ilk olarak hatırlayabileceğimiz meydanlardan birincisi ilk adıyla Millet, daha sonra da Ulus adını alan meydandır. Lörcher Planı’nda da öngörülmüş olan bu meydan Jansen Planı’nda değiştirilmeden korunmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında meydanın bir yanında, ilk meclis binası olarak kullanılan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin binası bulunmaktadır. Bunun karşısında ise, Cumhuriyet’ten sonra düzenlenen “Belediye Şehir Bahçesi” yer almaktadır. Bu bahçe Cumhuriyet’in ilk yıllarında Taşhan ile birlikte Ankaralıların vakit geçirdiği yerlerin başında gelmektedir. İlk tasarlandığı biçimiyle Hâkimiyet-i Milliye Meydanı taşıt yolu içerisindeki bir ada olarak tasarlanmıştır. Meydan ilk tasarlandığı haliyle inşa edilmiş, Heinrich Krippel’in eseri olan “Ulus Heykeli”, 1927 yılında, Taşhan’ın önündeki bu meydana yerleştirilmiştir. İlk yapıldığı dönemde taşıt yolu Arnavut kaldırımından yapılmıştır. Anıtın kaidesi yayalar için bir geçiş alanı sağlamaktadır. Anıtın önünde bir havuz ve etrafından bitkilendirme yer almaktadır. 1930’da meydanın adı resmi olarak, dil devriminin de etkisiyle “Ulus” olarak değiştirilir. İstasyon yönünden gelindiğinde anıtın sağında o yıllarda Taşhan binası bulunmaktadır. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in erken dönemlerinde kimi zaman otel, kimi zaman hastane gibi çalışan Taşhan 1937 yılında yıkılarak yerine Sümerbank binası inşa edilir.
Erken Cumhuriyet Döneminde Ulus Meydanı
Ulus Meydanı 1950’li yıllara kadar ilk tasarlandığı haliyle kalmıştır. Ancak, 1947 yılında Erkek Öğretmen Okulu binasının yanması sonrası yerine 1954’de Ulus İşhanı binasının inşa edilmesiyle meydanda yapısal bir değişim ortaya çıkar. Ulus İşhanı ile birlikte Ulus Meydanı da yeniden tasarlanmış, genişletilmiş ve tamamen bir yaya alanı haline getirilmiştir. Zafer Anıtı eski yerinden şimdiki yerine taşınmıştır. Ulus İşhanı’nın tasarımı ile birlikte Ulus Meydanı, işhanının içinde bulunan avlular sistemi ile birlikte ele alınan ve yaşayan bir yaya meydanına dönüşmüştür. Günümüze kadar gelen Ulus Meydanı’nın bu tasarımı mimari bir tasarımın bir meydanı dönüştürmesi açısından ilginçtir. Daha sonraları 1967 Yılında Anafartalar Çarşısı’nın, daha sonra da 1980’lerde 100. Yıl Çarşısı’nın yapılması ile birlikte, Ulus Meydanı etrafındaki ticari ve yerel işletmelerle ve kamu yapılarıyla birlikte yaşayan bir kamusal alana evrilmiştir. 2000’li yılların başında Ankara Büyükşehir Belediyesinin Ulus Projelerinin gündeme gelmesine kadar olan süreçte Akman Bozacısı’yla, Miş Miş Kuruyemişçisi’yle, avukatlık ve sigortacılık bürolarıyla, Çankırı Caddesi’ndeki yaşamdan sızanlarla ve kamu kurumlarıyla birlikte işleyen Ulus Meydanı Ankara’nın bir nevi kalbi, vicdanı işlevini yerine getirmiştir.
1970’li yıllarda Ulus Meydanı
2000’li yıllarla birlikte Ankara Büyükşehir Belediyesinin “Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi” tartışmaları ile birlikte Ulus Meydanı’na ilişkin belli değişiklikler gündeme geldi. Modern Çarşı yangını sonrasında Ulus Meydanı çevresindeki yapıların yıkımı ve bölgenin tamamen yeniden yapılandırılması sıklıkla belediye tarafından dile getirilirken geçen zaman içerisinde meydanın çevresi işlevsel olarak ciddi bir kan kaybına uğradı. Son on beş yıl içerisinde çeşitli vesilelerde gündeme gelen ama hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen koruma amaçlı imar planlarında meydanın kah önündeki taşıt yolu yayalaştırılarak genişletildiği kah Valilik Meydanı ile birleştirilerek büyütüldüğü, kimi zaman da Anafartalar Çarşısı ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü gibi yapıların yıkımı ile oluşan alanlar anlamsız bir boşluğa dönüştürüldüğü izlendi. Bu tasarıların herhangi birisi şu ana kadar gerçekleşmediyse de yeni Büyükşehir Yasası sonrasında meydanın etrafındaki tüm yapıların mülkiyetinin Büyükşehir Belediyesine geçmesi, Anafartalar Çarşısı esnafının boşaltılması gibi gelişmeler meydanın yakın zamanda değişikliğe uğrama ihtimalinin giderek arttığını göstermektedir.
Ulus Meydanı’nın hemen karşısında, Ankara Valilik binasının ön kısmında bulunan bir diğer meydan olan “Hükümet Meydanı” da tarihsel süreçte tasarım farklılaşmalarına uğramakla birlikte günümüze kadar ulaşan meydanlardandır. Lörcher Planı’nda kamu yapıları arasında tamamen taşıt yollarından ayrılmış bir şekilde tasarlanmış olan Hükümet Meydanı daha sonra Jansen Planı’nda da yerini almıştır.
Lörcher Planında Hükümet Meydanı
1927 Yılında Hükümet Meydanı (Yavuz İşcen Arşivi)
Günümüzde Hükümet Meydanı
Ankara Valiliği ile Gümrük ve Tekel Bakanlığı gibi kamu kurumlarının önünde bulunan Hükümet Meydanı’nın zamanla içerisindeki bahçe ve havuz unsurları kısmi değişikliklere uğramış olsa da meydan çok büyük bir değişim geçirmeden günümüze ulaşmıştır. Ancak, özellikle son yıllarda alınan güvenlik önlemleri ve kamuya ait makam araçlarının otopark olarak kullanımı gibi sebeplerle meydanın giderek insansızlaştığı görülmektedir. Oysaki Hacı Bayram ile Ulus Heykel Meydanı arasında bir geçiş alanı gibi konumlanmış olan bu meydanın konumu oldukça önemlidir. Gelinen noktada meydan, etrafındaki diğer kamu yapılarıyla birlikte yeni kurulan bir devlet üniversitesi olan Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinin yerleşke alanına dönüşmüştür. Üniversite yetkililerinin yaptıkları açıklamalardan meydanda bazı kazı ve düzenlemelerin yapılacağı, tarihi eser bulunan alanların cam ile kaplanacağı ve sergileme mekânına dönüştürüleceği anlaşılmaktadır. Ancak, Türkiye’de üniversitelerin yapı ve işleyişleri düşünüldüğünde Hükümet Meydanı’nın kentten kopuk bir üniversite iç bahçesi ya da tören alanı olmaktan nasıl korunacağı önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır.
Ulus Meydanı’nın açıldığı çarşılardan çıkılıp Posta Caddesi’nden aşağıya doğru inildiğinde ise İtfaiye Meydanı ile karşılaşılır. Ankara’nın belki de tarihsel olarak en eski doğal meydanlarından olan İtfaiye Meydanı, 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başlarından beri yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Halk arasında “Hergele(n)” Meydanı olarak da anılan bu yer, Cumhuriyet öncesi dönemde ve 1960’lı yılların sonuna kadar Ankara’ya gelenlerin ilk indikleri bir ulaşım ve konaklama alanı olarak işlev görmüştür. Ankara’nın planlanması sürecinde bu durum tespit edilmiş olsa gerek ki, ilk olarak Lörcher Planı’nda Hergelen Meydanı’nın birbirine açılan ve bir meydanlar sistemi olarak tasarlanması öngörülmüştür. Ancak, bu tasarı gerçekleşememiştir. Yine de Ulus Meydanı’na açılan çarşıların tasarım fikirleri arasında bu düşüncenin etkili olabileceği söylenebilir.
Lörcher Planında İtfaiye (Hergelen Meydanı)
Lörcher’in İtfaiye (Hergelen) Meydanı öngörüsü
Uzun yıllar boyunca kendi doğal gelişim süreci içerisinde bitpazarı olarak da anılmaya başlanan meydanın bulunduğu alan 1990’larda yeniden ele alınmıştır. Murat Karayalçın’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, İmar Dairesi Başkanı olan Prof. Dr. Raci Bademli’nin katkılarıyla Hergelen Meydanı ile ilgili olarak bazı tasarım çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda meydanın katı bir tasarımından çok görsel bir unsur ve çekim noktası olarak ele alınması için kamusal sanat eserlerinin kullanılması alternatifi üzerinde durulmuştur. Bu amaçla Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi karşısında da bir eseri bulunan ve anıtsal kamusal sanat eserleriyle tanınan Rolph Westphal’ın bir eseri meydana yerleştirilmiştir. Eser, brüt betondan konik bir parça ile farklı açılarla yerleştirilmiş renkli sütunlardan oluşmaktadır. Ancak, bu tür çabalar meydanın Ankaralılar tarafından bir meydan olarak algılanmasına ve kullanımına katkıda bulunamamıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde İtfaiye Meydanı bir tarafı spot dayanıklı eşya sektörünün, gecekondu misali telefoncular çarşısının ve araç otoparkının işgali altında meydan niteliği bulunmayan bir alana dönüşmüştür.
İtfaiye Meydanı açısından ilginç olan 2010 yılından sonra gündeme gelen cami projesi ile birlikte “meydan” kavramının yeniden gündeme gelmiş olmasıdır. Daha önce otopark olarak kullanılan alanda bir cami yapılmıştır. Bu caminin etrafında bir meydan yapılması ve caminin yakın çevreden algılanır hale getirilmesi cami fikri ilk konuşulmaya başlandığı andan itibaren bir şekilde kamu kurumları tarafından kabullenilmiştir. Bu amaçla önce caminin Posta Caddesi tarafındaki telefoncular çarşısı ile Rolph Westphal’in eseri yıkılmıştır. Ardından TİKA binası ve en son olarak da İller Bankası yıkılarak caminin etrafında bir meydan oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak, günümüzde caminin etrafında oluşan bu boşluğun bir kent meydanı işlevinden çok uzak kaldığı görülmektedir. Sonuçta Ankara’nın ilk planlarından birinde öngörülen, sonra da çeşitli dönemlerde farklı amaçlarla benimsenen meydan fikri bir türlü gerçekleşememiştir.
Rolph Westfall’in Eserinin Yıkımı
İller Bankası yıkılmadan önce İtfaiye (Hergelen) Meydanı ve Melike Hatun Camisinin Havadan Görünümü
III. Bölüm: Kızılay, Tandoğan, Zafer Meydanları, 24.07.2018
Başkent Ankara dendiğinde, gerçek anlamda bir meydan olma vasfını çoktan yitirmiş olsa da en fazla akla gelen yerlerden birisi de Kızılay Meydanı’dır. Erken Cumhuriyet döneminde önce Lörcher tarafından öngörülen Kızılay Meydanı ilk başlarda Cumhuriyet ve Kurtuluş meydanları adını almıştır. 1929 Yılından itibarense meydanın kenarına Kızılay binasının yapılması ile birlikte meydan ve bölge Kızılay olarak anılmaya başlanmıştır. Meydanın adı daha sonraki dönemlerde yaşanan toplumsal ve siyasal olayların etkisi altında değişikliklere uğramaya devem etmiş olsa da halk arasındaki adı hep Kızılay Meydanı olarak kalmıştır. Lörcher’in dikdörtgen biçimli olarak düşündüğü Kızılay Meydanı’nı Jansen daha ziyade geniş refüjlerle düzenlenmiş bir taşıt kavşağı olarak değiştirmiştir. Yine de uzun yıllar boyunca Kızılay binası ve karşısında bulunan Güvenpark, Ankara’nın en önemli kamusal alanlarından biri olan Kızılay Meydanı’nın bir kavşağın ötesindeki bir yaşam alanı olarak var olmasını birlikte sağlamıştır.
Lörcher Planında Kızılay Meydanı’nın Tasarımı
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kızılay binasının bahçesinden Kızılay Meydanı
1960’lı yılların sonuna kadar Atatürk Bulvarı’nda gelişen kent yaşamının bir uzantısı olarak kullanılan meydan, 1970’lerden sonra yapılan yol genişletme çalışmaları, otobüs durakları ve yapı nizamının çok katlıya dönüşmesi ile birlikte giderek nitelik değiştirmeye başlamıştır. Kızılay binasının önündeki park ile Güvenpark arasındaki ilişki kopmuş, Kızılay binasının 1979 yılında yıkımı ile birlikte de meydanın bir tarafı sağırlaşmıştır. Özellikle 1980’lerden itibaren Güvenpark’ın da dolmuş durakları ile bölünmesi ile birlikte Kızılay Meydanı’nı tanımlayan açık alanlar ortadan kalkmış, meydan tamamen bir trafik kavşağına indirgenmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli defalar Güvenpark’ın altında dolmuş terminali yapılması gibi projelerin gündeme gelmesi, 2000’li yıllardan itibaren de güvenlik tehditleri ve terör saldırıları sebebiyle polis noktalarının kalıcı niteliğe bürünmesi sebepleriyle Kızılay Meydanı’nın yaya ile ilişkili boyutu tamamen unutulmuştur. Bir trafik kavşağı olarak da, kavşakta sola dönüşlerin yasaklanması, tek yön uygulamaları ve kavşaktaki dönel kavşağın kaldırılması yayaların kavşakla ilişkisini iyice koparmıştır. Özellikle 2003 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesinin Kızılay’da karşıdan karşıya geçmek isteyen yayaları metro alt geçidine zorlayacak bir uygulamaya girişmesi bu değişimin sembolik ifadelerinden birisi olarak tarihteki yerini almıştır. Bugün, Kızılay Meydanı’nda bir yayanın karşıdan karşıya geçmesi oldukça güçtür.
2000’li yılların ikinci yarısından itibaren günümüze kadar gelen süreçte Kızılay Meydanı daha çok Kızılay kent merkezinin değişen yapısı, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çeşitli vesilelerle gündeme getirdiği Güvenpark’ın altına girme ve dolmuş duraklarına bu şekilde yer verme unsurlarıyla gündeme gelmeye devam etti. Meydanın üstünde yapılan çeşitli peyzaj düzenleme elemanları (bitki süslemeli saat, çiçek şeklinde aydınlatma elemanları) dışında Kızılay’ın bir meydan olarak geliştirilmesine ve düzenlenmesine ilişkin neredeyse hiçbir çalışma yapılmamıştır. Günümüzde Kızılay Meydanı aşırı yoğun bir araç trafiği kavşağı olmaktan öteye gidememektedir.
Cumhuriyet Dönemi planlama çalışmaları kapsamında tasarlanan ve günümüze kadar değişerek de olsa varlığını sürdüren meydanlardan birisi de Tandoğan Meydanı’dır. Lörcher ve Jansen Planları’nda trafik yolu dışında bir yaya meydanı olarak tasarlanan meydan gerçekleştirilmiştir. Ancak, Tandoğan bölgesinin Ankara kenti için bir yaşam alanı haline gelmesi 1950’li yılları bulduğu için meydanın da Ankaralılar tarafından kullanılan bir meydan halini alması belli bir zaman almıştır. Geçmiş yılların kartpostallarında ve fotoğraflarında görünen Tandoğan Meydanı bir dönem Ankara’nın talihsiz “Su Perileri” heykeline de ev sahipliği yapmıştır.
1970’li yıllarda Tandoğan Meydanı
Tandoğan Meydanı, etrafındaki Üniversite kampüs alanlarının, kamu kurumlarının gelişmesi ve Anıtkabir’in de doğal bir çekim merkezi haline gelmesiyle 1980’li yıllarda kentlilerin yoğun olarak kullanmaya başladığı bir alan haline gelmiştir. Ancak, 1990’larda Ankaray inşaatı sonrasında Ankaray istasyonlarının karşılıklı olarak yerleştirilmesi ile başlayan bir süreçle meydan niteliğini yitirmeye başlamıştır. 2000’li yıllarda değişen belediye yönetiminin, görsel ve estetik olarak alana koyduğu porselen sürahi heykeli ile değişen bir anlayışın etkisi altında kalmaya başlayan meydan giderek kent içerisinde niteliksiz bir bekleme alanı ve yeşil alana evrilmiştir. Her ne kadar siyasi parti ve sendika mitinglerinin vazgeçilmez mekânlarından olsa da meydan, kentlinin gündelik yaşamında bir meydan olarak anlamını yitirmiştir. Son olarak da geçmişle ideolojik bir hesaplaşma sürecine konu olmuş ve Tandoğan ismi “Anadolu” olarak değiştirilmiştir. Halk arasında meydan hala Tandoğan olarak anılsa da bu isim değişikliği de meydanın algısına yapılan siyasal müdahaleye işaret etmektedir.
Ankaray durakları yapıldıktan sonra Tandoğan Meydanı’nın durumu
Bu yazıda ele almadan geçemeyeceğimiz son meydan da Zafer Meydanı olacak. Yine Lörcher ve Jansen Planlarında tasarım olarak benzer şekilde yer alan Zafer Meydanı, Sıhhiye Meydanı ile Kızılay Meydanı arasında öngörülmüş ve gerçekleştirilmiştir. 1927 yılında Pietro Connonica’nın heykeltıraşlığını yaptığı anıtla karakteristiği oluşan meydan, bulvarın her iki tarafında ayrılmış kare şekilli iki yaya meydanı ile tasarlanmıştır. Atatürk Bulvarı’nın her iki yanının yapılaşma ile kaplanmadığı dönemde inşa edilen meydan cumhuriyetin ilk döneminde Sağlık Bakanlığı yapısı ile özdeşleşmiştir. İlerleyen yıllarda ise, özellikle de 1980’lere kadar Atatürk Bulvarı’ndaki canlı yaşamın bir parçası haline gelen Zafer Meydanı, Ankara’da uzun bir süre meydan vasfını koruyan alanlardan olmuştur. Ancak, 1980’li yıllara gelindiğinde Ankara Belediyesinin meydanın bir tarafının altını kazıp yer altı çarşısı haline getirmesi sonrasında çarşının üstünde kalan kısım atıl ve kullanılmayan bir alan haline gelmiştir. Kimi zaman belediyenin çeşitli amaçlarla kullandığı çarşı üstü alan ne yazık ki artık Ankaralıların gözünde bir meydan olmaktan çıkmıştır. Meydanın diğer kısmı ise halen bir park olarak kullanılmaya devam etmektedir. Danıştay gibi önemli kamu kurumlarının da etkisiyle bu kısım aktif bir şekilde kullanılmaya devam etmektedir. 2000’li yılların ortalarında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Atatürk Bulvarı’nın zincirli havuzlarla ortadan ikiye bölünmesi de Zafer Meydanı’nın niteliğini zedelemiştir. Genel olarak Zafer Meydanı’nın da tasarlandığı haliyle kalamadığı, bir bütün olarak meydan vasfı ile kullanılamadığı söylenebilir.
Cumhuriyetin İlk Dönemlerinde Zafer Meydanı
Başlarken kısa bir şekilde anlatmaya niyetlendiğim ancak beklediğimden uzun tutan bu yazıyı daha da uzatmak mümkün. Çünkü bu yazıda değinmediğim Sıhhiye, Yıldız, Cebeci gibi daha pek çok meydan ya hiç tasarlanmadılar ya da değişen ulaşım politikalarının etkisi altında araç yollarının altında kaldılar. Onlara değinmesek bile bu yazı kapsamında kalan meydanların artık Ankaralıların gündelik yaşamında tam bir kentsel kamusal alan niteliğine sahip olamadıklarını söylemek mümkün. Bu noktaya uzun yıllarda gelindi. Cumhuriyet’in başında öngörülen pek çok meydan varlığını sürdüremedi ve yozlaştırıldı. Oysa en azından bugün kentin meydanlara ihtiyacı olduğu şeklinde bir oydaşma var gibi görünüyor. Ancak, bu oydaşmanın taraflarının samimiyetle, bilimsel ve estetik alanlarının yol göstericiliğinde ilerlemesi gerekiyor. Yoksa adı ve tabelası “meydan” olsa da kendisi kentliler tarafından meydan kabul edilmeyen alanlar ve yapılarla dolacak Ankara. Peki, nereden anlayacağız mevcut ya da yeni bir alanın meydan olduğunu? İki soruya yanıt arayarak. Birincisi bu meydanda aylaklık etmek ister miyiz, ikincisi de o meydanın o kentten bağımsız görüntüleri, tatları, kokuları ve bir tarifi olabiliyor mu? Bu soruları yanıtlayabilirsek mevcut durumu değiştirmeye başlayabiliriz.
https://lavarla.com/sehre-meydan-birakmamak-i-bolum/
https://lavarla.com/sehre-meydan-birakmamak-ii-bolum-ulus-hukumet-hergelen/
https://lavarla.com/sehre-meydan-birakmamak-iii-bolum-kizilay-tandogan-zafer/
Leave a Reply