
Kendim olmaktan vazgeçtiğimde kim olduğumu bilmiyordum çünkü orada kaybettiğimi kabullenmediklerim vardı. Ait hissettiğiniz o anların toplamı, hayatınızın merkezine koordinat veriyor sanıyordunuz ama aslında kıyısından köşesinden bile geçmiyorlardı kim olduğunuzun. Geçmişteki beni, fotoğraflarda ölmüş eski bir dost gibi anıyor ve aptallığımı gençliğime veriyordum, sonra hala genç olmam daha da ironik geliyordu bana. Dalgaları gemileri paramparça etmiş bir okyanustum, şimdi durulmuştum ama yine de geçmiyordu gemiler rotamdan. Çünkü oydum, bir gün yine o olabilirdim. Bilirsiniz, denizler oldukları yerde öylece dururlar. Tercihler, kimliğimizin üstünü örtmez. Hepsi birer yanılsamadan ibarettir.
Vazgeçmek cesarettir. Ama bilirsiniz ya, vazgeçilmek bunlardan çok daha fazlasıdır. Süreğen bir mükemmellik çabası, başarısızlığın omurganızda kurumuş bir sıvı gibi batması, küllükte unutulan sigara yüzünden yakılan yeni bir sigara gibi; boşluğu boşlukla kapatmaya çalışmak kadar manasız ama bir o kadar da olağan bir hayat senaryosu. Değişmeyiz, değişsek de o eski bizi bir anı gibi yad ederiz. Kaybettiğimiz tercihler, tükettiğimiz şanslarımız, bizde çok sevilen bir eski dostu artık görememek, görmeme mecburiyetinde olmak gibidir. Bu yüzden, eskiden olduğunuz kişiyi ne sevmek ne de ondan nefret etmek, onun içimizdeki kaçınılmaz özlem hissini dindirmez. İnsan kendini özler mi, diye sormak lazım başkalarını özlemekten bahsetmeden çok önce. İnsan kendini özler. Özlediğimiz benliğin kalıntılarından yeni bir insan yaratmaya çalışmanın adı da değişmektir.
Değiştiğimizi fark ettiğimizde önceden yaşamış olan kimliklerimizi nereye bıraktığımızı sorguluyorum hep. Bir duvarı boyamak gibi geliyor bana tüm bunlar, üstünü boyamak gibi bir rengin. İnsan yapısı gereği zamanla alışan, alıştıkça benimseyen bir mekanizma olsa da bazı anlar geçmişi yad ederken buluyor kendini. Eski bir dost çıkageliyor, bir şeyler anlatıyor, bazen tartışıyor, kimi zaman hesap soruyor. Tuhaf ki, bazen onun mutsuzluğuna bile imreniyorsunuz. Yaşamış ve ölmüş olan o benlik, şimdiden daha gerçek geliyor. Ondan mutlu da olsanız, nefret ediyor da olsanız, ona olan özleminiz mutlaklığını her zaman koruyor. Artık var olmayan bir sen ve onunla bir kez daha karşılaşırsan başka biri olarak ne düşüneceğini sorguluyor.
Belki de iliklerine kadar tanıdığımız bir insana hissettiğimiz o bilmenin verdiği güven hissi, geçmişteki benliğimiz için de geçerlidir. Belki de bilmek, bazen özlemeyi de beraberinde getiriyordur çünkü şimdiki zamandaki benliğimizi tanıyor, keşfediyor ve yanılıyor olmak bizi içten içe tedirgin ediyordur. Yeni bir insanla tanışmak, ona tam olarak ne kadar güveneceğini, ne kadar sevebileceğini ya da nefret edebileceğini bilmemek gibidir bu.
Leave a Reply