
Gün boyu masada oturduğunuz ancak odaklanamadığınız, evinize dönüş yolunda o gün neler yaptığınızı dahi kafanızda toparlayamadığınız günler olmuştur. Önünüzde sekmeler ve yapılacak işler listeniz açıkken sosyal medyaya, haberlere, çevrenizdekilere gözünüzün daldığı vakitler geçiriyor olabilirsiniz. Üstelik bu iş günlerin sonunda kendinize kızgın bir halde, sonraki günü daha verimli geçireceğinize dair kendinize sözler de verebilirsiniz fakat bazen verimli olmak sandığınızdan daha zor olabilir.
Uzun saatler masa başında oturabilmek, verimlilik ve tam odak ile karıştırılabiliyor fakat aslında verimli olabilmek; işi yapış sürenizle değil, işinizi yapma biçiminizle daha alakalı. Özellikle de pandemiyle beraber deneyimlediğimiz uzaktan çalışma süreci, esnek çalışma saatlerini ve bazı işleri istediğimiz saatlerde ve istediğimiz yerlerde yapabilme özgürlüğünü hayatlarımıza kattı. Öte yandan her şeyi yapmaya zamanımız varmış gibi gelen bu süreçlerde, hiçbir şeyi yapmaya zamanımız yokmuşcasına her an kendimizi ‘’çok yoğunum’’ diyerek tanımlayabiliyoruz. Zira dikkatimiz oldukça hızlı dağılabiliyor, pandeminin sebep olduğu yeni durumlar nedeniyle strese bağlı odak kayıpları daha çok yaşanabiliyor. Fakat ne olursa olsun, bu süreçte uzaktan ve daha esnek şekilde çalışabilmeyi deneyimlemiş olmak; şirketler için de mesai saatleri konusunda yeniden düşünebilmeyi sağladı. Haftada kaç saat, kaç gün ve hangi saatler aralığında çalışılması gerektiğine dair de yeni stratejiler deneniyor. Bazı şirketler yalnızca haftalık hedeflerin tamamlandığı ve mesai saati kavramını daha esnek bir hale getirdiği bir düzlemde ilerlerken, bazı şirketler ise tamamen mesai sürelerine odaklanmaya başladı.
İş ve Özel Hayat Dengesini Sağlayabiliyor muyuz?
Pandeminin etkisiyle uzaktan çalışmaya başladığımız bu dönemlerde iş ve özel hayatın iç içe girmesi daha da sık rastlanılan bir durum haline geldi. Bu da zaman yönetimini güçleştiren etmenlerden birisiyken, çalışma saatlerinin ayarlanması ve uygun planlamalara göre hareket edilmesini de zorlaştırdı. Zaman yönetiminin daha komplike bir hal almış olması, bireylerde çalışmaya karşı motivasyon düşüklüğüne ve hiçbir işe yetişememe hissine sebep oluyor. Bu duygu değişimleri ise doğal olarak üretken olabilme haline de yansıyor.
Bilhassa iş yoğunluğunun çok arttığı ve bu hislerle dolduğunuz zamanlarda, önce durup var olan hissiyatınızın normal bir durum olduğunu kabullenmek gerekli. Ardından iş ve özel yaşam dengesini kısa ve uzun vadede sağlayabileceğiniz planlamalar yapmak ve gerekirse çalışma arkadaşlarınız ve yöneticilerinizle de sorunu paylaşmak bir çözüm olabilir. Aynı zamanda burada özel hayatınızda yapmak istediğiniz ama vakit problemi sebebiyle yapamadığınız şeylerin bir öncelik listesini çıkarmak ve işten arta kalan spesifik zamanları belirleyerek bunlar için kendinize vakit ayırmak, sonraki gün işlerinize odaklanmakta oldukça yardımcı olacaktır.
Belçika’da 4 Gün Mesai Hakkı İmkanı Yürürlüğe Girdi!
Geçtiğimiz haftalarda Belçika’da haftada 4 gün çalışma teklifi mecliste kabul edildi. Çalışanların günlük 9,5 saat çalışma ile haftalık çalışma sürelerini tamamladıkları takdirde, haftada 4 gün çalışabilmelerine imkan veren bu tasarı kapsamında, ‘’verimlilik’’ konusu yeniden akılları karıştırdı. Daha çok çalışmak ile verimlilik arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için çalışanların deneyimlerine odaklanmamız gerekiyor.
Önceki yıllarda başka ülkelerde de kimi şirketler 4 gün mesaiyi bir strateji olarak denemiş ve hatta kimileri uzun ömürlü olarak uygulamaya karar vermişti. Örneğin 2018 yılında Yeni Zelanda’da Perpetual Guardian, 200 çalışanının haftalık çalışma süresini 4 güne düşürdü. Çalışma gün sayısı düşerken, mesai ve diğer haklar ise aynı kaldı. Sonuç ise belki de beklenenden bile iyi bir noktadaydı. Zira çalışanların üretkenlik ve mutluluklarında yüzde 20 oranında artış gözlemlendi. Bu gibi çalışma deneyimlerinin İspanya, İrlanda, İzlanda ve Japonya’da da denendiği biliniliyor.
Peki neden daha kısa sürede daha yüksek oranda bir üretkenlik söz konusu olabilir?
Landgeist’n Eurostat’ın 2020 verilerinden hareketle Avrupa’da çalışma saatlerini gösterdiği haritaya göre, Türkiye en uzun çalışma saatlerine sahip ülkelerden biri. Ayrıca ülkelerin kendi içindeki durumuna baktığımızda da bölgesel farklılıklar olduğu fark ediliyor. Buna göre Türkiye’nin güneydoğu bölgesi de Avrupa’da en uzun süre çalışan bölge konumunda. Haftada 29,2 çalışma saatiyle Avrupa’da en kısa süre çalışma ortalamasına sahip olan Hollanda, Türkiye’den yaklaşık 1,5 kat daha az çalışma saatine sahip. Peki daha fazla çalışıyor olmak bize ne katıyor? Hollanda’dan daha verimli bir iş çıktımız olduğunu iddia edebilir miyiz?
Açık bir şekilde refah ve üretim oranlarına bakarsak “hayır.” Bu karşılaştırmada arada farklı metrikler söz konusu olsa da aynı iş alanlarında dahi gözlemlenen bu durumda verimliliğin çalışma süresi ile doğrudan bir bağlantısı olmadığı net bir şekilde görülebiliyor. Daha uzun süren mesailerimiz, daha iyi bir iş ortaya koymamıza sebep olmadığı müddetçe, çalışma süremizden daha öncelikli olarak sorgulamamız gereken ölçütler ortaya çıkıyor. Mesela iş yerinde çalışanların motivasyonunu artıran/azaltan etmenler neler? Çalışanlar gün ortasında nerede dinleniyor? Dinlenme zamanının bir çalışan için anlamı ne? Uzun süren toplantılarda toplantıdaki her bir birey bir katkı sunmuş oluyor mu? Çalışanlar ihtiyaç duydukları yan haklara ve gerekli tatil sürelerine sahip mi?
Aslında gerçekleşebilecek sosyal değişimler, iş kalitesi ve verimliliğini oldukça etkiliyor. Örneğin çok basit bir yaklaşımla, molalarınızda her gün içtiğiniz çay ve kahvelerinizi ele alalım. Molalarınızı nerede geçiriyorsunuz? Yalnız mısınız, yoksa çalışma arkadaşlarınızla gün akışınızı paylaşarak mı molanızı veriyorsunuz? Molanız bitip masanıza geri döndüğünüzde, kendinizi dinlenmiş hissediyor musunuz? Çalışma ortamınız dikkatinizi toparlamanıza ve çalışırken kendinizi üretken hissetmenize sebep oluyor mu? Çalışan deneyimi üzerine uzayıp gidebilecek bu sorular silsilesinde, aslında çalışan kişinin kendini üretken ve mutlu hissedebileceği bir ortamın oluşması; işe aidiyet, işte verimlilik gibi konularda doğrudan etkileyici bir unsur.
Perpetual Guardian örneğinde gördüğümüz gibi; bireylerin çalışma sürelerinin azalması, işteki üretkenliklerini de pozitif yönde etkiliyor. Bunun arka planında insanların kendilerine ve çevrelerine ayırdıkları zamanın artması ile işteki verimliliğin pozitif yöndeki bağlantısı, uzmanlara göre su götürmez bir gerçek. Zira kendisi ve çevresi ile istediği zamanı geçirebilen kişiler, işte de daha istekli hissediyor. Sıklıkla söylenen ‘’çalışmak için dinlenmek, dinlenmek için çalışmak’’ döngüsünden çıkmak; çalışanları daha özgür kılarak çalışmaya karşı bakış açılarını değiştirebiliyor, bulundukları yeri daha değerli kılarak daha özgür ve kreatif olabilecekleri bir alan açıyor.
Çalışmanın Sürdürülebilirliği
Belçika Başbakanı haftalık çalışma günündeki düşüşü daha yenilikçi, sürdürülebilir ve sayısal ekonomiye doğru önemli bir adım olarak değerlendirdiğini belirtiyor. Özellikle de bu kararın alınmasında geçtiğimiz son iki yıl değerlendirilmiş. Bu iki yıl özelinde düşünüldüğünde çalışma hayatında adapte olduğumuz yenilikler gözümüze çarparken, bir yandan da hâlâ adapte olamadığımız veya eskiye oranla daha çok zorlandığımız durumlar söz konusu. İş ve özel hayatın iç içe girmesi sebebiyle daha büyük bir sorun haline gelen mesai saatleri dışındaki arama ve mesajlara cevap verme sorunu da Belçika’da yeni iş reformu kapsamında ele alınmış durumda. Yeniliğe göre, çalışanlar mesai saatleri haricinde işle alakalı arama ve mesajlara bakmama hakkına sahip. Bireylerin özel hayatı ile iş hayatını ayırabilmek için küçük gibi görünen ancak uzun vadede değişim için önemli bir adım olan bu tür yenilikler, yeni çalışma düzenleri için düşündürücü bir konumda. Zira çalışmanın sürdürülebilirliğini sağlamak için dönem ve imkanların değişimine ayak uydurulduğu gibi, çalışma zamanlarının değişimi de değerlendirilmesi gereken bir konu.
İşin Belirlenen Bitirilme Süresi Sizi Ne Kadar Etkiliyor?
Mesai saatleri konusunda çalışanların ve işverenlerin bu düşünceli hali, aslında yalnızca pandemi sonrasında ortaya çıkmış değil. 2019 yılında ‘’The Meaning of Work’’ isimli raporda da belirtildiği üzere araştırmaya katılan çalışanların yüzde 74’ü halihazırda beş günde tamamladıkları bir işi, aslında 4 günde de yapabileceklerini düşünüyor. Ayrıca rapora göre, çalışanlar için işteki en önemli faktör yüzde 57 oranında maaşlarıyken, hemen ardından yüzde 55 oranında iş-yaşam dengesi geliyor. Yani pandemi öncesini de değerlendirdiğimizde, bir çalışan için maaşı ve iş-yaşam dengesi neredeyse aynı güçte önemliydi.
Keio Üniversitesi’nden baş araştırmacı ve ekonomi profesörü Colin McKenzie, çalışmanın beyin gelişimini olumlu etkilediğini aktarırken, öte yandan uzun süreler çalışmanın da hem fiziksel hem de özellikle psikolojik olarak pek çok dezavantajı bulunduğunu aktarıyor. Uzun çalışma saatleri bireyleri psikolojik olarak daha stresli, yetersiz ve öz bakımdan uzak hissettiriyor.
Ek olarak, dört gün çalışmaya geçen şirketler; daha az kaynak harcanması sebebiyle daha az harcama yaptığı gibi, ekolojik sürdürülebilirlik bağlamında da bir katkı sunmuş oluyor. Sürdürülebilirlik mevzusunda fazla kullanımları hayatımızdan çıkarmak söz konusu ise, belki de çalışma günlerimize, çalışırken harcadıklarımıza da göz atmanın vakti gelmiş olabilir.
Tüm bu etmenler özelinde bakıldığında uzun mesai saatlerinin aslında ne kadar üretkenlik azaltıcı, verimlilik düşürücü ve öznel hayatı engelleyici bir etmen olduğu yeniden göze çarpıyor. Öte yandan halen çalışma alanlarında dahi pek çok reforma ihtiyaç duyulurken, çalışanların kendisini ait hissedebileceği bir çalışma ortamı kurulmamışken, üretkenlikten daha ziyade alışılagelmiş metotlarla ilerleyen sistemler kullanılırken; mesai gün ve saatlerini düşürmenin verimliliği artıracağını ummamak gerekiyor. İhtiyaç olunan iş reformunu keşfettikten sonra, belki de ne kadar fazla kaynağı ve zamanı tükettiğimizi de daha net görür hale gelmeye başlayabiliriz.
https://hbrturkiye.com/blog/haftada-4-gun-calismak-bizi-eksiltir-mi
Leave a Reply