
Yıllardır binlerce üniversite adayı ve ailesinin heyecanını, umudunu, kaygısını paylaştığım bir iş yapıyorum.
Duygusal yoğunluğumun içindeki kaygı oranı, yükseköğrenim maliyetlerinin yükselmesi nedeniyle büyüdükçe büyüyor. Bir üniversite adayının hayatını baştan sona etkileyecek bir kararda rol almak ve ailelerinin eğitim, ulaşım, beslenme, barınma gibi ihtiyaçlara yaptığı yatırımla ilgili beklentilerini bilmek kaygımı arttırıyor.
Tercih dönemini sınav sonunda başlatan, geleceğiyle ilgili kendini/beklentilerini önceden sorgulamayanlar için çok kısa ama çok çok önemli birkaç haftadan söz ediyoruz. Hem nakit hem vakit hem de psikolojik-sosyal etkileri nedeniyle çok kritik. Uygun program, üniversite arayışına yeni başlayanların iletişim kurduğu farklı kurumlardan aldığı bilgileri iyi değerlendirip kıyaslayarak karar vermesi hayli yorucu ve kaotik. Program seçenekleri arttıkça en uygun programı seçmek giderek zorlaşıyor. Tam da bu noktada kafası karışmış aday ve ailelerin sorduğu, hatta sormayı unuttuğu sorulara doğru yanıt vermek en önemli yükümlülüklerimizden biri.
Kendine uygun olmayan, sevmediği bölüme yerleşen bir öğrencinin yarattığı kayıp, bir yıl boyunca işgal ettiği fiziki ortamın giderleri, dersi anlatan akademisyenin ziyan olan mesaisi, mutsuzluğunun ailesi ve kuruma yansımasıyla sınırlı değil maalesef. Tüm bunlara ek olarak, mutsuz olan öğrencinin yerleştiği programda güle oynaya okuyacak, sunulan olanakları sonuna kadar kullanacak, mutluluğunun arttırdığı motivasyonla başarısını ivmelendirecek başka bir adayın kayıp bir yılı olarak değerlendirebiliriz bu durumu.
Tercih dönemi, adaylar kadar üniversiteler için de çok önemli. Başta vakıf üniversiteleri olmak üzere, rekabet edebilmek için kendilerini geliştiren, her yıl yenilenen standartlara uymak için ülkemizin belirsiz ekonomik ortamında sürdürülebilir bir ekosistem yaratmaya çalışan yükseköğrenim kurumları, başarılarını yukarı taşıyacak kadar nitelikli, istekli öğrenciler bulmak ve çarkı döndürecek maddi kaynağa ulaşmak için çabalıyor.
Yükseköğrenim hizmeti verilirken bir yandan ticari parametreleri dikkate almak, öte yandan gençlerin geleceğin sorumluluğunu taşımak hayli zorlayıcı. Eğitimin niteliğini belirleyen akademik kadro, laboratuvar ve uygulama olanaklarına yoğunlaşmak, bilimsel araştırma yapmak için kaynak oluşturmak, sosyal ortamıyla cazip olmak özenli, detaylı ve hatta riskli planlamaları gerektiriyor.
Bu sürecin ekonomik, sosyal, psikolojik yansımaları o kadar geniş ve çetrefilli ki, sadece YÖK’ün bu konuda her detayı düşünmesi mümkün değil. Bu konu toplumun her kesimini kısa ve uzun vadede ilgilendiriyor. O nedenle “üniversite nedir, üniversitelerden ne beklenmelidir, üniversiteler nasıl geliştirilmelidir, üniversitelerimiz global kriterleri taşıyor mu, gençler tercihlerini neye göre yapmalı?” sorularını sadece tercih dönemlerinde değil yıl boyu sormalı, yanıt aramalıyız.
Yükseköğrenime yatırım yapan kurumlar ve ailelerini, bu yatırımların doğru adaylarla buluşmasının yaratacağı farklılığı düşündüğümde, bazen aynı soruyu defalarca yanıtlamış olmanın yarattığı yorgunluk motivasyona dönüşüyor, profesyonel anlamda kurumuma karşı sorumluluğumu yerine getirdiğim huzurunu sağlıyor.
Bir tercih dönemi daha bitti. Birçok üniversite adayı ve aileleri için önümüzdeki günler yepyeni heyecanlara, hayatlara gebe. Umarım kendilerine sunulan tüm olanakları sonuna kadar kullanan, kendi fırsatlarını kendileri yaratma cesareti gösteren, kazanımlarının tadını sonuna kadar yaşayan ve paylaşan insanlar olursunuz sevgili adaylarımız. Hepinizin yolu açık olsun.
Kurumsal iletişim Müdürü / Atılım Üniversitesi
Leave a Reply